Fatma G. Kabasakallı – Pelin Aykın / Yunanistan ile Türkiye arasındaki gerilim, son haftalarda, Ege’deki adaların silahlandırılmasından Doğu Akdeniz’deki enerji aramaları için deniz yetki alanlarına kadar pek çok konuda yeniden yükseldi.
Birkaç yıldır bölgesel ve uluslararası anlamda giriştiği diplomasi atağıyla dikkat çeken Kiryakos Miçotakis hükümetinin, son haftalarda ABD, Avrupa Birliği (AB) ve Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde adeta Türkiye karşıtı bir kampanya başlatması bardağı taşırmış gibi görünüyor.
Özellikle Miçotakis’in ABD Kongresi’nde yaptığı konuşma, iki ülke arasında son dönemdeki en önemli kırılmayı yarattı. Bu, Ankara’da en sert şekilde karşılık bulurken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Artık benim için Miçotakis yok!” açıklaması ise, Yunanistan’ı şok etti, bu ülkenin kamuoyundaki tehdit algısını yükseltti.
Karşılıklı mesaj trafiği son hızla sürerken, bu gelişmeler, uluslararası toplum kadar 2023 yılında bir seçime hazırlanan iki ülkenin kamuoyunda da yakından izleniyor.
Türkiye ve Yunanistan’dan uzmanlar, komşu iki NATO ülkesinin arasındaki gelişmeleri, Milliyet için değerlendirdi.
‘Egemenlik sorununu Yunanistan çıkarıyor’
(Oğuz Çelikkol, Emekli Büyükelçi)
“Yunanistan, Ege Denizi’ni bir ‘Yunan gölü’ olarak görüyor ve bu izlenimi, maalesef çok açık şekilde kendi kamuoyuna veriyor ki, bunun hiçbir şekilde tarihi gerçeklerle alakası da yok. Maalesef Batı’da geçmişten beri bir Filhelenizm (Yunanperverlik), ‘Yunanistan’a karşı aşırı bir sevgi’ var ve bu halen devam ediyor. Bunu Almanya’da açık bir şekilde görüyoruz. Almanya Başbakanı, ‘Toprak bütünlüğünün sorgulanması doğru değil’ diyor. Halbuki sorgulayan biz değiliz, Yunanistan’ın kendisi. Çünkü Lozan ve Paris anlaşması, bu adaları Yunanistan’a gayri-askeri hale getirilmesi şartıyla bırakıyor… Yunanistan ise silahlandırarak, bu şartı ortadan kaldırmış ve adaların egemenlik sorununu aslında kendisi ortaya atmış durumda. Türkiye ise, başından itibaren devamlı ‘Bu adaları silahlandıramazsın, Lozan ve Paris anlaşmasına aykırı!’ diyor… Miçotakis-Dendias ikilisi iktidara geldikten sonra tekrar Türkiye karşıtı, denizlerde ve Kıbrıs’ta genişlemeci politikalarını uygulamaya koyabilecekleri fikrine kapıldı. Burada Trump yönetiminin de çok etkisi vardı…
Saldırgan politika
Daha önce her ne kadar 1975’te Türkiye’ye karşı ambargo uygulasa da, ABD Dışişleri ve Savunma bakanlıkları Türkiye ile Yunanistan arasında bir denge politikası izliyordu. Ancak AB’nin son dönemde bu denge politikasından ayrıldığı ortaya çıkıyor… Türkiye, adalarda 10 millik hava sahası iddiasının uluslararası hukuka uygun olmadığını, Şikago Anlaşması’nın sadece ülkelere kara sularının uzunluğu kadar sınır tanıdığını belirtiyor. Ama maalesef son dönemde AB ve ABD’nin denge politikaları değişince, Yunanistan da giderek genişlemeci, saldırgan bir politika içine girdi. Türkiye de artık Yunanistan’la baş etmenin çaresini ancak bu sorunları işaret ederek ortaya koyabileceğini görmüş oluyor…
ABD Dışişleri’nde yeniden Türkiye-Yunanistan arasındaki denge politikasına dönme arayışı olsa da, maalesef Kongre’deki Yunan lobisinin etkisi bir hayli arttı. O nedenle Miçotakis, Washington’a gittiğinde Türkiye karşıtlığını Kongre’de kullandı, çünkü bunu Dışişleri Bakanlığı’nda yapamayacağını biliyor. Miçotakis, retorikte sanki Türkiye ile sorunları görüşmeler yoluyla çözme isteğinde gibi görünüyor ama fiiliyatta Türkiye karşıtı genişlemeci, saldırgan politikalarını devam ettiriyor.
‘Zamanı geldi’ düşüncesi
Yunanistan, bölünmüş bir Kıbrıs’ı AB kurallarını çiğneterek Birlik’e nasıl aldırdığının farkında. O yüzden zamanın geldiği düşüncesinden hareket etti Miçotakis-Dendias ikilisi. Ama şartlar hızla değişti…
Belirli ölçülerde Batı’nın Türkiye’ye ihtiyacı daha da artmış durumda. Batı Yunanistan’a desteğini belli düzeyde gösterse de, çok açık bir şekilde göstermiyor. Yunanistan’ın Ege’yi bir Yunan gölü Kıbrıs’ı da Yunan adası olarak görmesi, Kıbrıs Türklerinin haklarını siyasi eşitliğini kabul etmeyen tutum içinde olması, AB’nin bölünmüş bir Kıbrıs’ı almakla hata yaptığını açıkça gösteriyor. Bugün AB bu hatadan dönecekse ve Kıbrıs’ta bir çözüm istiyorsa, bunun tek yolu Kıbrıs’ta iki devletli çözümü kabul etmesidir.”
‘Sorunları AB sahiplendi’
(Dr. Naim Babüroğlu, İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi)
“Yunanistan, kendi ölçeğiyle doğru orantılı olmayan adımlar atmayı başarıyor. 5-10 yıl öncesine kadar Türk-Yunan sorunlarını, Türkiye-AB sorunları haline getirmeyi başardı. Dolayısıyla AB, artık Yunanistan’ın sorunlarını sahiplendi. Yunanistan bu yüzden çok rahat, cüretkarlığı buradan geliyor. Ayrıca 5-10 yıl öncesinde ABD, Yunanistan’la Türkiye arasında bir denge politikası izlerdi ancak son 5 yılda Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tercih eden, Türkiye’yi geride bırakan bir politika izliyor. Bu da Yunanistan’ın bu adımları atmasına neden olan faktörlerden biri.
Bununla birlikte Türkiye, son 10 yıldır kendi bölgesinde stratejik yalnızlık yaşadı. Mısır, İsrail, Suriye ile gerginlikleri var. Atina, bu bölgelerdeki boşlukları AB ve ABD’nin desteğini alarak doldurmaya çalıştı ve Mısır’la deniz yetki alanları anlaşmasını imzaladı. Fransa ve ABD ile ikili askeri ittifak anlaşmaları imzaladı… Atina, daha önce çeşitli zamanlarda açıkladığı karasularını 12 mile çıkarma adımlarını bu kez sıklıkla gündeme getirmeye başladı. Türkiye Yunanistan’ın karasularını 6 milin üzerine çıkarırsa, bunun savaş nedeni olacağını dünya kamuoyuna açıkladı. Buradaki doğru tanım şudur: 12 mil değil 6 milin üzerine çıkarması savaş nedenidir. Yunanistan da bunu çok iyi biliyor.
İstismar eder
Sayın Dışişleri Bakanı da, bu durumu tekrar yüksek perdeden dillendirmeye başladı. Yunanistan savaş açmaz… Ama Türkiye, PYD/PKK terör örgütüne yöneldiğinde, içerideki sığınmacılara veya başka bir yere odaklandığında, Yunanistan’ın bunu fırsata çevirip istismar edeceğini ve Türkiye’nin bu durumundan faydalanıp, karasularını 6 milin üzerine çıkarma adımını atacağını aklımızdan çıkarmamamız lazım. Böyle bir durum, Türkiye için savaş nedenidir.
Türkiye, BM 51. maddesinin kendisine verdiği meşru müdafaa hakkını kullanacaktır. Ege’de hapsedilme tehdidini bertaraf etmek için gerekeni yapacaktır. Çünkü şu an Yunanistan karasuları 6 mildir, Ege denizinin yüzde 40’ı Yunanistan’a ait şu anda. Eğer 12 mile çıkarırsa, yüzde 70’i Yunanistan’a ait olacak ve Türkiye yüzde 10’undan daha az bir bölgeye hapsedilecek. Türkiye bunu kabul edemez… Bu noktada, Türkiye, 1996’da nasıl Kardak kayalığında Türk bayrağını dalgalandırdıysa, gecikmeden Koyun ve Keçi adası gibi, Ege’de anlaşmalara dahil edilmemiş ada ve adacıklara da Türk bayrağını dikmelidir.
‘Bir savaş istemezler!’
NATO, ABD ve AB de Yunanistan’la Türkiye arasında savaş çıkmasını istemez. AB, göçmen ve sığınmacı akını olursa, bunu göze alamaz. Sıcak bir çatışma çıksa bile, ABD ve NATO bunu 2-3 günde durdurur. Ancak yaklaşık 10 yıl kadar öncesinde Yunanistan’la Türkiye arasındaki gerginlikte ABD bir hakem, uzlaştırıcı rolü izlerdi, şimdiyse Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) tercih eden bir tutum izliyor. Çünkü Yunanistan, coğrafyasını ABD üslerine açtı, ABD Dedeağaç’a, Girit’e yerleşiyor, ABD Yunanistan’la askeri ittifak anlaşması yaptı ve GKRY’ye 1974’ten beri uyguladığı silah ambargosunu kaldırma adımları atıyor.
Sonuçta kuşkunuz olmasın, önümüzdeki süreçte ABD ve diğer NATO ülkeleri, GKRY’yi NATO’ya üye olmak için davet edecek. İşte o zaman asıl sorun başlayacak Türkiye için. Türkiye’nin önüne, PYD/PKK terör örgütünü mü, sığınmacıları mı, Ege adaları/adacıklarını mı, yoksa GKRY’nin NATO’ya üye olmasını mı koyacaklar… Onun için Türkiye zaman kaybetmemeli.
‘Miçotakis’in konuşması tetikledi’
(Makis Mylonas, Dış Politika ve Göç Uzmanı)
Geçmişte Avrupa Parlamentosu, AB Sığınma Ajansı ve Yunan Parlamentosu da dahil olmak üzere çeşitli kurumlar için çalışan, Yunan-Türk ilişkileri ve Doğu Akdeniz’e odaklanan Dış Politika ve Göç uzmanı Makis Mylonas, Yunanistan’ın perspektifinden iki ülke arasındaki gerilen ilişkileri yorumladı.
Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 13 Mart’ta İstanbul’da yaptıkları görüşmede iki ülke arasındaki gerilimi düşürme zamanının geldiği konusunda anlaştıklarını hatırlatan Mylonas, gerilimi tetikleyen olayın, “Miçotakis’in Mayıs’ta ABD Kongresi Ortak Oturumu’nda yaptığı konuşma” olduğunu söylüyor. Aslında bu konuşmada, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki eylemlerine ilişkin Yunan perspektifinin dışında yeni bir şey bulunmadığını belirten Mylonas, “Yunanistan’ın ABD-Türkiye ilişkilerinin bozulmasındaki rolü hem Türk siyasi elitleri hem de Türk medyası tarafından abartılıyor. Washington ile Ankara, şu anda, Suriye ve Türkiye’nin gelişmiş Rus silahları satın alması da dahil çeşitli konulardan dolayı kendisini farklı taraflarda buldu” diye konuştu.
Miçotakis’in konuşmasının ardından 23 Mayıs’ta Erdoğan’ın “Artık benim için Miçotakis diye biri yok!” demesinin de Yunan kamuoyunu şaşırttığını söyleyen Mylonas, her iki tarafın da yıllar boyunca sert söylemlere aşina olduğunu ancak Erdoğan’ın Miçotakis’i “tanımama” kararını sıra dışı bulunduğunu vurguladı. Türkiye ile gerilimin, Yunan basınında şu sıralar Ukrayna’daki savaştan bile daha fazla yer aldığına da değinen Mylonas, Yunanistan’ın Türkiye’de neler olup bittiğini her zaman izlediğini belirtti. İki ülke arasındaki gerilimin, gelecek yıl Yunanistan’da yapılacak seçimlere fazla etki etmeyeceği görüşünde olan Mylonas, “Türk-Yunan ilişkileri şu anda Yunanistan’daki iç siyasi rekabette oldukça küçük bir rol oynuyor” ifadesini kullandı. Mylonas, şöyle devam etti:
‘Ekmeğin fiyatını düşürmez’
“Her iki tarafta da ‘olası bir çatışmanın’ iki ülkeye, yalnızca kaos ve umutsuzluk getireceği anlayışına sahip insanlar olduğunu düşünüyorum. Bu konuda, Ukrayna halkının trajik deneyimi, tarihsel revizyonizmin ve emperyalist nostaljinin zararlı sonuçları hakkında bir hatırlatma görevi görüyor. İki yıllık pandemi ve küresel ekonominin bozulmasından sonra, Yunanistan ve Türkiye’nin ulusal ekonomilerinin yapısal sorunları dahil uğraşmaları gereken çok daha acil sorunları var. Ege’de bir çatışma ne Atina’da ne Ankara’da ekmeğin fiyatını düşürmez, Selanik’te ya da İstanbul’da çalışanların maaşlarını artırmaz…
Öte yandan Yunanistan ve Türkiye, savunma harcamaları söz konusu olduğunda, NATO’nun geleneksel olarak en aktif iki üyesi oldu. Yunanistan örneğinde, devletin sınırlı mali kapasitesi ve etkin ulusal savunma sanayi bulunmaması nedeniyle, savunma harcamaları her Yunan hükümeti için hep ‘mali kâbus’ oldu…
‘Medya yapıcı değil’
Anladığım kadarıyla son zamanlardaki gerilimler, Yunan-Türk ilişkilerinin dinamiklerindeki önemli dış gelişmeden değil, çoğunlukla Türkiye’deki iç siyasi ve ekonomik gerilimlerin altında yatan sebeplerden kaynaklanıyor… Bununla birlikte Türk-Yunan ilişkilerinin tarihine bakıldığında, her iki tarafın medyasının rolünün ‘yapıcı’ olarak değerlendirilebileceği anlar bulmak zor. Yunanistan’daki medyanın Türkiye’deki gelişmeler hakkındaki olumsuz etkisini küçümsemek gibi bir niyetim olmadan, Türkiye’de irredentist iddialarla haritalar yansıtan TV programlarının ne kadar sorunlu olduğunu da vurgulamak isterim.”